Çocukluğumun ilk yıllarından anımsadıklarım bile var belleklerimde. Ancak gözleme dayalı anılarım ilkokul yıllarında başlar. İkinci sınıfta iken yılbaşında bir şiir okumuştu öğrenmenim. “Bin dokuz yüz elli yedi/Kulağıma şöyle dedi” diye başlıyordu. Gerisini bugün anımsamıyorum. O yıl soğuk bir kış geçirmiştik. Yarıyıl (doğrusu üçte bir yıl) tatilinden sonra on beş gün daha okullara ara verilmişti. Yolların, damların, saçakların buzu bir aydan daha uzun süre varlığını korumuştu. O zaman kentin nüfusu kırk bin dolayındaydı. Bugünün değerlendirmesi ile kırk bin kişinin yaşadığı bir köydü.Hemen her evde birkaç hayvan vardı. Çoğunluğu iki katlı evlerimizin alt katı ambar, tuvalet ve genelde hayvanlara ayrılmıştı. En çok inek beslenirdi evlerde. Küçükbaş hayvan besleyenler azdı ama bunlardan bir kesimi evinin alt katını ağıl gibi kullanırdı. Bunların yanında at, katır, eşek de beslenirdi.Tek tırnaklılar sayıca azdı süt verenlere göre. Bu hayvanlarla taşımacılık yapan esnaflar vardı. Ama çoğunluk bağına, tarlasına gitmek, kendi işini görmek için beslerdi binek hayvanlarını. O ailelerden birkaçı bugün bile yarış yapılan kentlerde at beslemektedir.Kuş besleyenler bugün de vardır ama eskiden sayıları daha çok idi. Evcil güvercinlere kuş, bunları besleyen, uçuran, alan ve satanlara bugün bile“mırtık” dendiğini anımsatmakta yarar var. Sabahları büyükbaş ve küçük baş hayvanlar kentin değişik yerlerinde toplanır nahır oluşturulur ve hayvanlar ovada yayılırdı. Ovada o günlerde sazlık ve bataklık alanlar çoktu ve at çiftlikleri vardı. Eşek, katır gibi yük hayvanları daha çok köylülerce yetiştirilirdi. Haftanın belirli günlerinde eşekler ve katırlar için ayrı, inek ve öküzler için ayrı, küçükbaşlar için ayrı pazarlar kurulurdu. Kent içi taşımacılık daha çok hamallarla sırtta yapılırdı. Özel semerli (palanlı)hayvanlarla, çuvalı semer üstünde yayarak bağlamadan un, bulgur, pirinç gibi ayağı çabuk orta boy eşeklerle de taşımacılık yapılırdı kentte. O eşeklerin özel adları da vardı. Nahır işine yeniden dönelim. Şimdi siz binlerce hayvanın sabah evden çıkartılıp nahırcıya bırakıldığı, ilk akşamdan da bu hayvanların geri döndüğü bir kenti düşünün. Bu kentin kişi sayısı ne olursa olsun bir köyü andıracağı kesindir. Afyonkarahisar işte böyle bir kentti. Yoksulu, gizli yoksul çoktu.Çoğunluk hem yoksul hem gururlu idi. Geçim ancak kentte köylü gibi yaşamakla sağlanabiliyordu. Afyonkarahisarlı Kurtuluş Savaşını biraz da bu hayvanlarının ve yüzlerce yıllık geleneği olan zahireciliğinin yüzünden kazanmıştır, dersek doğru söylemiş oluruz. Afyonkarahisarlının büyük çoğunluğu bugün de yoksulluğunu yenememiştir. Osmanlı genelde Anadolu’ya bakmamıştır. Kuşkusuz gizliden çekiştiği Dul kadirli kalıntısına da pek yüz vermek istememiştir. Cumhuriyet döneminde de devlet yatırımı ile gerçek anlamda tanışamamıştır. Üstüne üstlük yollardan yolaklardan da ayrı düşürülmüştür. Bu sorunlar bugün de sürüp gitmektedir. Afyonkarahisarlı 1980’li yıllarda devletten aldığı az bir teşvikle gerçekten görkemli bir sanayi atağı gerçekleştirmesini bilmiştir. Bu atak yeterli olmadığı gibi kent kara, hava, demir yollarıyla da yeterince desteklenmemiştir. Buna devlet kurumlarının eksik ya da yetersiz oluşunu da eklemek durumdayız. Kalın sağlıkca
|